Dolunay Dedektifleri Hakkında

BU YAZI DELİLER TEKNESİ- OCAK 2008 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR


“DOLUNAY DEDEKTİFLERİ” İŞBAŞINDA! (*)

Ahmet GÜNBAŞ

Mavi Zamanlar’dan tanıdığımız Dolunay Masalcısı bu kez farklı bir serüvenle karşımızda. Masalcı diyorum, çünkü dili masala daha yatkın. Anında düş alemine savurabiliyor bizi. Gerçekle düş arasında çırpınıp duruyoruz. Mekân olarak Antalya’nın Kaş ilçesini seçmiş bu kez. Bir grup çocuğu oradan oraya koşturtup duruyor derin gizler peşinde. Kaya mezarlarından sualtı dünyasına dalıp çıkartıyor okurlarını.
Her şey İzmir’de oturan Birce’nin yaz tatilini geçirmek amacıyla Kaş’a, teyzesinin şatosuna gelmesiyle başlar. Öncesinde kardeşi Ece’nin gördüğü kötü düşe aldırmadan!.. Birce, kapkara bir kapının ardında tutsak düşmüştür o düşte!
Birce, şatoya ayak basar basmaz bir takım garipliklerle karşı karşıya kalır. Garipliklerin merkezinde, dul teyzesinin evlendiği İngiliz asıllı Tom Amca durmaktadır. Güya ressamdır Tom Amca. Şatonun bodrumunu da işlik olarak kullanmakta, kimsenin oraya girmesini istememektedir. Merak bu noktada başlar. Birce, teyze çocukları Bilgecan ve Oğuz’la birlikte ilk fırsatta girerler bodruma. Ne var ki ilk girişlerinde kötü kokudan, havasızlıktan bunalıp kendilerini dışarı atarlar.
Daha sonra Oğuz’un doğum gününe gelen Ada, onlara kasabalarındaki kaya mezarlarından görünen hayaletlerden söz eder. Özellikle dolunaylı gecelerde sökün eyleyen hayalet, sesiyle görüntüsüyle belirgin bir hal almaktadır.
Bir gün Tom Amca’nın yokluğunda Birce, onun açık bulunan bilgisayarını kullanır. Ekranda beliren harita, raflar, tünel, koridor, gölge derken kara bir kapıya gelindiğinde bilgisayar kilitlenir. Bundan ötesi şifrelidir çünkü. Serüvenin düğümü o kapıda atılmıştır.
Ancak Tom Amca’nın bilgisayarındaki görüntüler tümüyle evin bodrumunu çağrıştırdığından, çocuklar her şeyi göze alarak (Ada’yla birlikte) ilk fırsatta yeniden bodruma inerler. Bodrumdaki raflarda ‘Uçak Batığıyla İlgili Değerlendirme Raporları’ dosyasına erişilir. Derken upuzun bir tünel çıkar önlerine. Ondan sonrası cesaretlerine kalmıştır. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Ta ki o tünelin ucundaki kara kapıya gelinceye değin!.. Kapı bir kaya mezarına açılmaktadır. Oradan masmavi bir görüntü sızmaktır içeriye. Körfez, adalar, yarım adalar ve pırıl pırıl bir güneş... Çocuklar şaşkınlıkla ulaştıkları dünyayı seyrederlerken, bir çift yeşil gözün sahibi onlara doğru bakarak seslenir:
“Arhiste Dulia! ( İş başına/Görev başına )”
Çocuklar hızla kapıyı kilitleyip tünelden çıkarlar. Böylece Tom Amca’nın ve bodrumun gizemi kısmen ele geçirilmiş olur. Korkup da ürkseler de Dolunay Dedektifleri işbaşındadır artık! Dönüşü olmayan bir serüvene atılmışlardır.
Öte yandan Ada’nın eski bir polis muhabiri olan babası Fahri Kozalak da kaya mezarları çevresinde hayaletlerle karışık bir şeyler döndüğünün farkındadır. Arkadaşı Fırat Sarıgil’le kuşkuları doğrultusunda araştırma yapmalarına karşın her ikisi de geçerli kanıtlardan yoksundurlar. İkili her nedense kaya mezarlarında gizlenen şişelerin peşindedirler. Ama şişelerde ne olduğu yazarın gizleri arasınadır.
Fahri Kozalak, olayların akışına göre çok geçmeden aradığı tüneli -güya- kızı Ada’nın ağzından öğrenecek, kendini tümüyle serüven sıcağının içinde bulacaktır.
Tom Amca’nın, asıl adıyla Tom Sunny’in yönetici olduğu Martı Dalış Okulu, görünürde yetki belgeli elemanlarıyla sertifika karşılığı balıkadam ya da balıkhanımlar yetiştirmeyi sürdürmekte, sık sık Kaş’ın dibindeki Akdeniz’in mavi sularına dalışlar gerçekleştirmektedir. Gerçekte yönetimin kademesindeki adamlarıyla gizli işlerin üssü olarak kullanmaktadır dalış okulunu Tom Sunny. Giz yumağı kalınlaşmaktadır böylece.
Çocuklar gelişmelerden İpek Hanım’ı da haberdar ederler. İpek Hanım, kendinden habersiz dolaplar çeviren yaşam arkadaşını tanıyamamaktan mutsuzdur. Bu arada ekibin afacan kızı Ada, bodrumda ele geçirdiği Tom Amca’ya ait randevu defterinde yazılı bir telefon numarasını avucuna yazmış, neden sonra aynı numarayı meraksayıp aradığında, Rumca ve Türkçe konuşan bir adamın sesiyle karşılaşmıştır. İpek Hanım başta olmak üzere Tom Amca’nın gizleriyle ilgilenen herkes tehlikenin bilincindedirler.
Buraya değin her şeyin yolunda gittiğini sanabilirsiniz. Yani suçlular hakkında dıştan içe bir kanaat oluşmuştur kahramanların davranışlarını izleyen okurda. Ne yalan söyleyeyim, ben de öyle sandım. Tom Amca’nın tepesine konmakla tüm gizin açığa çıkacağını, düğümün ilmek ilmek çözüleceğini sandım. Aldanmışım. Kazın ayağı öyle değilmiş meğer. Mavisel Yener’in hinliğini hesap edememişim demek ki! Oysa baştan düşünmeliydim: Yener’deki tünele sokma hastalığı Mavi Zamanlar’da olduğu gibi burada da nüksetmiş. Çoluk çocuğu tünele indirdikten sonuç belli olmuyor önceden. Fır fır dönüyoruz o labirentsi gerilimde. Böylesi daha güzel değil mi? Bilinmezi, şaşkınlığı, sürprizleri üstlenerek ilerlemek!..
Zamanla bir dalgıç Kerim çıkıyor ortaya. Her dalışında batık uçaktan şişeler çıkarıp kaya mezarlarının birinde saklıyor. Sonra onları birer ikişer yamaç paraşütüyle aşağılara indirip Meis’ten Kaş’a – güya pazar için tekneyle gelen – iki Ruma teslim edip işini bitiriyor. Böylece uluslararası bir kaçakçılık şebekesi ile karşılaşıyoruz durup dururken.
Oysa her şey polislerin kontrolü altındadır. Başta Fahri Kozalak’la Fırat Sarıgil (!), sonra Tom Amca ve ekibin önde gidenleri!.. Şaşırdınız değil mi? Tom Amca birden iyiler safına geçiveriyor! Doğrusu da bu. O, İkinci Dünya Savaşa sırasında Meis’e uçarken Kaş kıyısında uçaksavarla düşürülmüş bir yük uçağının üç kişilik personeli arasındadır. Yardımcı pilotluktur görevi. Arkadaşları derin sulara gömülürken bir tek o paraşütle atlamış, daha sonra Kaşlı balıkçılar tarafından görülerek kurtarılmıştır. Tom Amca savaşın sürdüğünü zannederek yıllarca dağlarda saklanmış, bu arada balıkçılık yaparak geçimini sağlamıştır.


Batık uçaktaki gizeme gelince!.. Çelik kasalar içinde şişelerle ambalajlanmış ‘kobra zehri’ taşımaktadırlar savaş pilotları Meis’teki yaralılar için. Uçak düşürülünce şişeler de denizin dibine gömülmüştür. Oldukça pahalı bir maddedir kobra yılanlarından elde edilen kobra zehri. Kullanılış amaçlarına bağlıdır bu biraz. Hastayı iyileştirmek, insanları zehirlemek, uyuşturucu alanında kullanmak gibi... İşte uluslararası kaçakçılık şebekesi bu yüzden mekik dokumaktadır Kaş’la Meis arasında. Ne var ki kötü adamların işbirliğine daha fazla izin verilmeyecektir. Bekir evinde, Rumlar teknede yakalandıktan sonra şebeke çökertilir.
Hayalet sanılan şey de kötü adamların dolunay zamanı kaya mezarlarında çalışmalarından yansıyan ışıklarmış meğer!
Romanımızdaki ikinci aldanışımız Fahri Kozalak’ın arkadaşı Fırat Sarıgil’in kişiliği hakkındadır. Sarıgil’in şebekeyle işbirliği yaptığı açığa çıkar neden sonra. Banka hesabına yatan yüklü para miktarı da bunu göstermektedir.
Ama bizi asıl şaşırtan Tom Amca’nın gizemidir. İpek Hanım ve çocuklar derin bir nefes alırlar roman sonunda. Her nasılsa Tom Amca eşinden bile gizlemiştir asıl kimliğini.
Çocuklara gelince... Onlara Dolunay Dedektifleri adını takar polisler kendi aralarında. En azından gözü peklikleri, araştırıcılıkları, işbirlikleri övgüye değerdir. Başından beri bilinmektedir şatonun altında bir tünel olduğu. Tom Amca, çalışma odasıyla birlikte orayı bir gözlemevi gibi kullanmaktadır bilgisayara yansıyan görüntülerle. Çocukların giriş çıkışlarından da haberdardır gizemli ihtiyar. Geceleyin hayaletlere mal edilen gelen sesler ise Tom Amca’nın bodrumda çalışmasından kaynaklanan tıkırtılardan ibarettir.
Küçük çapta çocukların ilgisini çekebilecek polisiye bir roman kurgulamış Mavisel Yener. Son derece akılcıl ve akışkan. Deneme yanılma payını açık tutarak yürüyor. Sıkıcı bir ayrıntı yok. Fonda görünen her malzeme olayların bütünlüğüne katılıyor ustaca. Düğüm düğüm içinde.. İzler izlere eklenerek hoş bir gerilim yaratılıyor romanın sonuna değin.
Ancak romanın çatısı çatılırken, hayaletlerden, düşle gerçek arası ince çizgiden, Ece’nin gizemli iletilerinden ve olası cinayetlerden ürktüğümü söylemeliyim başlangıçta. Çok şükür kötü adamlar kimseye bir şey yapamadan enselendiler. Kan man bulaşmadı kimseye. Polisiye olayları çocuk kahramanlara indirgerken ‘şiddet’ unsurunu gelişi güzel kullanmamak gerek. Bu açıdan iyi bir örnek Dolunay Dedektifleri konumuza.
Minik beyinlerin, insanlık dışı bir işe engel olmaya çalışmaktaki iyi niyetleri, dayanışmaları, kıssadan hisse çabaları da alkışlanacak türden.
Bilgiyi araştırıcılıkla, araştırıcılığı ise eylemlilikle dengeliyor roman. Ataklığı, önyargıyı da eleştiriyor bir bakıma. Tom Amca’yı kötü adam ilan eden düşünceler pul pul dökülürken, insanları tanımada daha dikkatli olmamız gereğinin altını çiziyor.
Hepsinden önemlisi Yener, Kaş gibi şirin bir ilçeyi belirgin özellikleriyle tanıtıyor zaman ve yer öğesiyle. Kıyıları, adaları, yarımadaları, begonvilli evleri, tekneleri, balıkçıları, dalış okullarını, kaya mezarlarını, deniz mağaralarını, yamaç paraşütünü, deniz dibini, olayların gelişimi içinde neden-sonuç bağlamıyla serpiştiriyor bir güzel. Bunların yanı sıra barışı ve dostluğu dile getiriyor doğal haliyle. Meis adasını, her cuma Kaş’ta kurulan semt pazarında alışverişe gelen Meisliler’i sımsıcak ilişkiler çerçevesinde değerlendirebiliyoruz. Bir yandan serüvenin peşinde koştururken, bir yandan da Anadolu’nun en güney noktasında doğal ve tarihsel zenginlikleriyle göze çarpan Kaş’ta tatil yapmanın çekiciliği takılıyor düşlerimize.
Ve her zaman olduğu gibi dilinden bal damlıyor Mavisel Yener’in.
Bir solukta herkesi tünellere soktuğuna göre!.. Serüvenlerine ortak olmak boynumuzun borcu.
Dolunay Dedektifleri, tatile çıkan her çocuğun çantasında sürpriz bir kitap olarak yerini alabilir öncelikle.

(*) Dolunay Dedektifleri – Mavisel Yener, Bilgi Yayınevi, 1.basım, Ocak - 2007