TARİHİN GİZEMİNDE DÜŞLER VE YAŞAMDA FARKLI BOYUTLAR

                                                          Bahri Karaduman

     "Tanrı her şeyi doğru yaratmıştır. Tüm eğrilikler insanda.” demiş Katalan mimar Gaudi. Doğruluklar, bilinmeyende, çok uzaklarda; tüm eğriler içimizde, yanı başımızda mı? Mavisel Yener, Dolunay Dedektifleri dizisinin “Dehşet Mektuplar”ında* okuru roman kahramanlarıyla değişik kentlere götürürken çocuk gözüyle içimize ışık tutuyor ve bir bakıma aynı soruyu soruyor? Neden doğrular uzaklarda? Yaşam, eğrilikleri düzelme çabası mı yoksa?

     Romanda yolumuz düşsel değil gerçek kentlerden geçiyor. Barselona’da eğriselliklerin ayrıntı ustası Gaudi’yi tanımadan önce Türkiye’de İzmir’deyiz.

     Sararmış sayfaların arasına gizlenmiş kâğıtları gördüğünde, geri verip vermeme konusunda kararsız kalmış, uzun bir iç hesaplaşma yaşamış, sonunda kitapçıya sormaya karar vermişti. Bu kalın kâğıtların kitabın arasında durduğunu söyleyerek onları uzatmıştı adama. Adam şöyle bir bakıp “Önemsiz şeyler onlar, sende kalabilir” demişti. Birce kitapların parasını çabucak ödeyip karanlık, küf kokan o dükkândan garip bir korkuyla uzaklaşmıştı. Sanki biri onu izliyormuş duygusuna kapılmış, uzaklaşana dek sık sık arkasına bakmıştı.

     Eve ulaştığında ilk işi rutubet yüzünden sararmış kalın kâğıtlara bakmak olmuştu. Ama o da ne? Ortada yazı filan yoktu, üstlerinde yüzlerce kabarık nokta vardı.

     Bu gizemli kâğıtlar Birce ve kardeşi Ece için merak konusudur. Merakı yenmenin yolu merak etmemek, anlayışına karşın onlar “Merak etmek iyidir. Bilim adamları merak etmeselerdi onca buluş nasıl yapılırdı.” anlayışını benimsemişlerdir. Rastlantıya inanmazlar. Her olayın bir nedeni vardır ve bu gizemli kâğıtlarla karşılaşmalarının nedenini bulmak için de çaba göstermeleri gerektiğini düşünürler.

     Birce’nin teyzekızı Bilgecan, şirin bir kıyı ilçesi Kaş’ta yaşamaktadır ve okulunda bilim şenliği düzenlenmesi için büyük bir uğraş vermektedir. Bu izlekte yazar Mavisel Yener’in iletisi eğitim-öğretim adına önemlidir: Küçük bir ilçede de olsa tüm olanaksızlıklara karşın çalışkan öğrenciler, idealist öğretmenlerin yönlendirmeleriyle pek çok başarıya imza atabilirler. Yeter ki eğitimciler, çocuklara yaratıcı düşünmeyi aşılamalı ve onların yaratıcı düşüncelerine destek olmalıdırlar. Sorunlara birlikte çözüm üretilmeli ve hepsinden önemlisi hata yapmaktan korkmayan, özgüveni gelişmiş bireylerin yetişmesi için gayret gösterilmelidir.

     Kitaplardan, dergilerden, kurumlardan bilgi toplamaya başlamışlardı. Yalnız fen bilgisi öğretmeni değil, neredeyse okuldaki her öğretmen kendi konusu ile ilgili bilgiler aktarıyor, kaynaklar getiriyordu. Aslında öğretmen ve öğrenciler pek çok konuyu hep birlikte öğrenmeye başlamışlardı.

     Çocuklar, buluşlarını nasıl gerçekleştirebilecekleri konusunda ön tahminlerde bulunuyorlardı. Fakat varsayımlarını geliştirecek bilgilere ulaşma konusunda zorluklar yaşamaya başlamışlardı. İnternet kullanmayı bilmeyenler, bilen arkadaşlarının nazını çekmek zorundaydılar. Başar, icat ettiği ısıtıcılı yeleği dağcıların yıllardır kullandığını, internetteki bir sayfadan öğrenince şaşırmıştı. Oysa ansiklopedilerde böyle bir bilgi yoktu, yazılanlar yetersizdi.

     Çalışmaya katılan çocukların hepsi, insanoğlunun ürettiği bilgilerin hızla eskidiğini anlamışlardı.    

     Bu anlayışla yeni tasarımlar, gurup çalışmaları, varsayımlar, hayal güçlerinin genişliği öğrencilere bilimin penceresini açar ve raporlar tamamlanır. Çok uğraşılmış, emek harcanmıştır ve bu bilgiler paylaşılmaya hazırdır. Sonuç büyük bir başarıdır. Bilgecan ve Ada, deprem önleme buluşuyla birinci olurlar ve Yaratıcı Düşünce Tasarım Yarışması’na katılma hakkını elde ederler.

     Okurun bir sonraki durağı Bergama’nın Tırmanlar köyüdür. Ece, dönem ödevi olarak yerel tarih çalışması yapmak zorundadır. Öğretmeninin “Yakın tarihin tanıkları her gün birer birer yok oluyor. Oysa geçmişin uzak noktalarına onların kanıtlarıyla ulaşabiliriz.” sözünden etkilenmiş soyağacı yapabilmek için ninesinin köyüne gelmiştir. Amacı yerel tarih çalışmasıyla aile tarihini incelemektir. Köy, Allianoi antik kentinin yakınındadır. Ece, buranın milattan önce ikinci yüzyılda yapıldığını, dünyadaki altı antik sağlık merkezinden biri olduğunu öğrenir. Ne acıdır ki önlem alınmazsa Yortanlı barajının suları altında kalacaktır. Kazı alanına gidilir. Arkeologlar burada büyük bir kentin olduğu inancındadırlar ve dört yıldır yaptıkları kazılarla bizlere miras bırakılan bu yerleri kurtarmaya çalışmaktadırlar. Baraja rağmen Allianoi kurtarılabilir, ufak bir proje değişikliğiyle bu alanı korumaya almak, suların yönünü değiştirmek olasıdır. Dünya mirasına saygısızlık yapılmamalıdır. Ece, okul olarak bu haksızlığın önüne geçme isteklerini anlatır,  hazırladığı Allianoi’yi koruma projesi ile birinci olur ve bilim kampına katılma hakkını kazanır. Dolunay Dedektifleri artık bir aradadır.

     Kaş’tan İzmir’deki bilim kampına gelen konuklar; Bilgecan, Ada, Jutta ve Veli öğretmendi. Kamp, deniz seviyesinden yüksekte, bahçesinde güvercinlerin uçuştuğu, mandalina ağaçları arasında iki katlı bir okulda yapılacaktı.

     İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Portekiz, Belçika, İngiltere, İsveç ve İspanya’dan gelen çocuklar, öğretmenleri, Türkiye’den katılacaklardan bir gün önce gelmişti. Hep birlikte okulun yatakhanesinde kalacak, bir hafta boyunca buluşlarını sergileyeceklerdi. Her öğrenci Avrupa’nın farklı köşesinden, ayrı bir renk getirmişti kampa.

     Kampta buluşlar sergilenir, deneysel gösteriler yapılır. Bilgiler paylaşılır. İzmir ve Efes antik kenti gezilir. Kısa sürede herkes birbirine alışır. Birce’nin bulduğu kâğıtları kamptaki görmeyen Portekizli çocuk Gago’ya okutmaya karar verirler. Gago kâğıtların üzerinde parmaklarını gezdirir. Bunların 1941 yılında yazılmış Almanca mektuplar olduğunu, söyler. Almancası yetersizdir ama Jutta bu konuda yardımcı olacaktır. Uluslararası bilim fuarı başkanı herkesi sevindiren bir haber verir. Okulların girişimi sonuç vermiştir; Socrates programına göre dil öğrenmeleri için tüm öğrenciler Avrupa’da bir okula gönderileceklerdir.

     “Socrates bir Yunan filozofudur çocuklar. Yaşamın tartışılmasını, sorgulanmasını önerir. Eğitim programımızın amacı da bu olduğu için adını Socrates koymuşlar.

     Siz geleceğin yöneticilerisiniz. Bu nedenle başka ülkelerin de tarihini, kültürünü, doğal güzelliklerini, eğitim sistemini öğrenmeniz gerek. Gezilerinize başlarken öncelikle kendi tarihinizi, kültürünüzü iyi öğrenmenizi, bildiklerinizi gittiğiniz ülkelerdeki çocuklara aktarmanızı öneririm. Böylece projemiz amacına ulaşmış olacaktır…”

     Bilim kampındaki eğitim, ören yerlere yapılan geziler, yakınlaşma öğrencileri mutlu eder. Gago herkesi etkilemiştir. Arkadaşlarına Breyl alfabesinin icadının öyküsünü, günümüzde görmeyenlerin okuyabileceği on binlerce kitabın; kabartma yazı sistemiyle yazılmış dergilerin, gazetelerin, bu konuda gelişmiş kütüphanelerin olduğunu anlatır.

     Sonraki durak Barselona’daki okuldur. Okulun olanakları üst düzeydedir. Türkiye’deki bilim kampına katılan tüm öğrenciler orada birliktedirler. Bu kent, çocuklara bir masal kenti olarak görünür. Doğa, tarih ve sanat Barselona’da içiçedir.

     Yeni bir kente, farklı bir ülkeye gelmek, yeni bir insanı tanımak gibiydi. Barselona’nın ışıltılı denizi, bulvarları, dükkânları büyüleyivermişti hepsini. Hep gülümseyerek bakan bir insana benziyordu bu kent. Ama üç ay süre yetecek miydi burayı tanımaya. Yoksa, bir kenti tanımak, bir insanı tanımaktan daha mı zordu?

     Gago, Jutta, Ada ve Bilgecan, mektupların içeriğini öğrenirler. Ne var ki bilgiler pek çok bilinmezi içermektedir. Öğrendikleri tek gerçek, bir bilim adamının bu mektupları Türkiye’ye göndermiş olduğudur. Bu bilim adamının adresi, çocukları Gaudi evlerine götürür ve gizem, iniş ve çıkışlarla yavaş yavaş; ama büyük heyecanlarla çözüme doğru yol alır.

     Mavisel Yener’in Dehşet Mektuplar’ı yazarken romanının “serim” bölümünde Kaş’ı, “düğüm” bölümünde Allianoi’yi, “çözüm” bölümünde de ağırlıklı olarak Barselona’yı mekân olarak düşünmesi bence bilinçli bir seçim. Romanın iletisini değerlendirince bunu daha iyi algılamak olası. Kaş, doğallığı, dinginliği; Allianoi yaşam mücadelesindeki büyük tehlikeleri, Gaudi’nin Barselona’sı ise her türlü zorluğa karşın kendi estetiğini oluşturma başarısını simgeliyor. Teknoloji, makinalaşmayı; mimari ise görsellik ve yaratıcılığı öne çıkarıyor. Günümüzde teknolojinin ön planda tutulması, aslında insanı robotlaşmaya götüren büyük tehlike. Oysa doğadan uzaklaşan insanın mutlu olması söz konusu değil. “Atölyemin hemen dışındaki ağaç, benim akıl hocam.” diyecek denli doğa aşığı bir usta Gaudi. Bitki ve hayvanların doğal biçimleri, onun en önemli esin kaynağı. Gün ışığı ise vazgeçilmezi. Mavisel Yener’in satır aralarına gizlediği gerçek bu, Gaudi gerçeği.

     Uçakları havalandığında evi ne denli özlemiş olduklarını ayrımsadılar. Birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı, hepsi de düşüncelere dalmışlardı.

     Bilgecan üç ayda İngilizce öğrenmiş olması bir yana, böyle bir serüven yaşamış olduklarına hâlâ inanmıyordu.

     Jutta, Gago’yu düşünüyordu. Onunla arkadaşlığını devam ettirecekti. Efsanevi bir dağ olduğuna inandığı Spil Dağı ile ilgili araştırmalar yapması için ona yardım etmeye söz vermişti.

     Ada öylesine yorgundu ki, hemen uyuyakalmıştı.

     Ece, Allianoi projesiyle ilgili önemli bir adım atılmasına yol açtığı için mutluydu. Uçak süzülüp giderken o Allianoi’nin sular altında kalmaktan kurtarıldığını, yüz binlerce turistin orayı ziyaret ettiğini düşünüyordu. Allianoi kentinin kapısında kocaman bir yazı olduğunu hayal etti, oraya gidenler bu yazıyı okumadan girmiyorlardı içeri:

     “Gerçekler, düşlerimizden kopardığımız bölümlerdir. Bu kenti önce çocuklar düşledi…”

     Çocuk düşlerinin gerçekleşeceği bir dünyada yaşamak… Bu da büyüklerin en büyük düşü. Hiç gerçekleşmeyeceğini bilseler bile…
 

*Dolunay Dedektifleri – Dehşet Mektuplar/ Mavisel Yener/ Bilgi Yayınevi/ 165 s.